Hedefin cennet olduğu halde ALLAh'ın bereketi ile yürü.ALLAH (c.c) sana bu yolda hidayet ettiğinde,gece yarısındaki gıyabi duanda beni unutma, umulurki ALLAH (c.c) yaptığın bu dua sayesinde bana rahmet eder. ALLAH'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun...


   
 
  Tağutların Meclisine Üye Seçmek
Tağutların Yasama Meclisine Üye Seçme

Tağutu red ilkesi ile çelişen diğer bir durum ise demokrasi ile idare edilen ülkelerde, yasama meclislerine üye seçmek için yapılan seçimlere katılmaktır. Bu konu üzerinde detaylı bir şe­kilde durmakta fayda vardır.
 Zira bugün özellikle üzerinde yaşa­dığımız şu topraklarda insanlar, yıllardır kendileri gibi insanlara idare ve yönetme yetkisini, kanun ve yasa çıkarma hakkını ver­mekte, diğer bir ifade ile kendi rablerini seçmektedirler. Bununla beraber yine bu kimseler kendilerini de müslüman olarak nite­lendirmekte, kendilerini İslam’a nispet etmelerinin doğal bir so­nucu olarak da namaz, oruç gibi ferdi ibadetlerde bulunmakta­dırlar. 

Diğer taraftan işin daha üzücü olan tarafı ise, toplum içe­risinde gerek resmi hizmete mahsus din adamları, gerekse resmi otorite ile direkt bağı bulunmayan sözde alimler böyle bir fiilin, sahibini dinden çıkarmadığını ve hatta müslümanlara yakın bir partinin desteklenmesi gerektiğini hararetle savunmaktadırlar. Bir taraftan belirli seçim dönemlerinde yasama yetkisini insan­lara devretmenin sahibini dinden çıkaracağı gerçeği, diğer ta­raftan ise toplumda sözde ilim adamı olarak bilinen kimselerin tağutu red ilkesi ile temelden çelişen böyle bir davranışı caiz ve hatta vacip görmeleri, ister istemez konu üzerinde bir karma­şıklığa yol açmaktadır.
 
İşte bu karışıklığı giderme adına konu bütün yönleri ile ele alınmalıdır. Bundan dolayı, öncelikle yapılan bu fiilin içeriği net olarak ortaya konulmalı, daha sonra da ko­nuya dair İslam’ın hükmü d
elilleri ile izah edilmelidir.


Malum olduğu üzere bugün gerek üzerinde yaşadığımız T.C’de, gerekse diğer bir çok ülkede demokratik bir yönetim anlayışı mevcuttur. Demokratik yönetim şeklinin ise vazgeçilmez temel unsuru insandır. Zira, demokrasi daha işin başında halkın idaresi anlamına geldiği için, demokrasinin işlevi ancak halkın katılımı ile mümkündür. Bununla beraber demokratik yönetim anlayışına göre hakimiyet halkın elindedir. Ancak bir bölgede bulunan insanların tamamının yönetme ve idare işini hep birden üstlenmeleri mümkün değildir. Bunun için insanlar belirli seçim dönemlerinde kendileri için yasa ve kanun çıkartacak, bu ka­nunları yürürlüğe koyacak, toplumu sevk ve idare edecek yöne­ticileri seçmek üzere sandık başına giderek kendilerince en uy­gun gördükleri kişi ya da kişileri seçerler. Bu şekilde halk elinde bulundurduğu hakimiyet yetkisini milletin vekili olarak bilinen parlamenterlere devretmiş olur. İş başına gelen yöneticiler ise demokrasinin bir gereği olarak çoğunluk prensibine dayalı bir yönetim anlayışı ile kendi yanlarından çıkardıkları kanunlarla toplumu yöne­tirler. Burada asıl nokta bu seçimle iş başına gelen idarecilerin yasama yetkilerini ancak çoğunluğun görüşlerine göre kullan­malarıdır. Kesinlikle kanun ve yasalar çıkarılırken Allah’ın indir­diği esasların zerre kadar dahi söz hakkı yoktur. Kısacası itibar Allah’ın indirdiklerine değil, çoğunluğun görüşüne göredir.


,Biz diyoruz ki: İşte bu şekilde gerek üzerinde yaşadığımız T.C’de, gerekse diğer ülkelerde Allah’ın indirdiği hükümlere ke­sinlikle hiçbir şekilde itibar edilmeyen parlamentolara üye seçme adına yapılan bu tür seçimlere katılmak tağutu red ilkesi ile te­melden çelişen bir durumdur ve sahibini İslam dininden çıkarır. Zira burada Allahu Teala’ya ait bir yetkinin tamamen Allah’ın dı­şında bir mercie verilmesi vardır ki, işte böyle bir tutum şirkin ta kendisidir. Zira, şirk Allah’a rububiyetinde, uluhiyetinde, fiille­rinde ve sıfatlarında ortak koşmak olarak tanımlanmaktadır. Kim Allahu Teala’ya ait bir sıfatı Allah’tan başkasına verirse direk olarak Allah’a ortak koşmuştur. Örnek olarak insanların ihtiyaç­larında onların dualarına icabet edebilecek yegane ilah Allahu Teala’dır. Her kim bollukta ve darlıkta Allah’a ait bu vasfı Al­lah’tan başkasına verirse, peygamberlerin, salih kimselerin, hatta Cebrail’in dahi sıkıntı anında kendisinin duasına icabet edebileceğini iddia ederse ya da darlık ve bollukta Allah’tan başkasına dua ederse, açıkca Allah’a ortak koşmuş olur.
 
Aynı şekilde gaybı ancak Allahu Teala bilir. Allah’ın bildirdikleri hariç -ki bunlarda peygamberlerdir- Allah’tan başkasının gaybı bilmesi kesinlikle mümkün değildir. Her kim Allah’tan başkasına bu sıfatı verir, bir insanında gaybı bilebileceğini iddia ederse açık bir şe­kilde müşriklerden olur. Aynı şekilde insanların yaşantılarında uymaları gereken kurallar bütününü belirleme, fertsel ve toplumsal davranışlarda kaçınılması gereken yasakları ortaya koyma hakkı diğer bir ifade ile hakimiyet, yönetme ve idare etme yetkisi ancak ve ancak Allahu Teala’nın tekelindedir. Al­lah’tan başka hiçbir kimsenin yasa koyma, kanun çıkarma yet­kisi yoktur. Allahu Teala son Rasul Muhammed (s.a.v)’i gönder­miş, kitabını indirmiş ve hükmün sadece kendisine ait olmasın­dan dolayı kitabında insanların uyması gereken kuralları kesin bir dille belirlemiştir. Kim ki, Allahu Teala’ya ait olan bu yetkiyi Allah’tan alıp beşere tahsis ederse kelimenin tam anlamıyla Al­lahu Teala’ya ortak koşmuştur.

Yasama yetkisinin ancak ve ancak Allahu Teala’ya aidiyeti, Kur’an’ın bir çok ayetinde açık bir şekilde ortaya konulmuştur:

Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf Suresi: 12/40)

Hüküm ancak Allah’ındır. Ben ona tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnız ona tevekkül etsinler” (Yusuf Suresi: 12/67)

Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül et­tim ve ancak O’na yöneliyorum.” (Şura Suresi: 42/10)

Sen Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etme. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Onun zatından başka her şey yok ola­caktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüle­ceksiniz.” (Kasas Suresi: 28/88)

Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Al­lah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (En’am Suresi: 6/114)

Dikkat edilirse tüm bu ayetlerde Allahu Teala’nın hakimiy­eti, ancak Allah’a ibadet etmek ve Allah’tan başka bir ilaha iba­det etmemekle, dosdoğru dine tabii olmakla, ancak ve ancak Allahu Teala’yı rabb edinmekle birlikte zikredilmektedir. Zira, in­sanların dosdoğru dine tabii olarak ancak Allahu Teala’ya ibadet etmeleri hakimiyet hakkını, yasama yetkisini Allahu Teala’ya ait kılmaları ile mümkündür. Yasama, kanunlar çıkarıp hükümler belirleme yetkisinin Allahu Teala’dan alınıp insanlara verilmesi ise Allah’tan başka bir ilaha tapınmak, Allah ile beraber bir başkasını rabb edinmektir. Allahu Teala bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:

O’nun hükmünde hiçbir ortağı yoktur.” (Kehf Suresi: 18/26)

Bu ayette ise Allahu Teala, hakimiyet noktasında hiçbir or­tağının olmadığını vurgulamaktadır. Bakınız bu ayete ilişkin Şeyh Muhammed Şankıti tefsirinde şöyle demektedir:

Bu ayetin manası şudur: Yüce Allah (c.c), hüküm konu­sunda hiç kimsenin kendisine ortak olmasını asla kabul etmez. Hüküm sadece O’na aittir. O’ndan başka hiç kimsenin kesinlikle hüküm verme yetkisi yoktur. Helal, Allah (c.c)’ın helal kıldığı, haram, Allah (c.c)’ın haram kıldığıdır. Hak din, Allah (c.c)’ın koyduğu şeriattir. İhtilaflı meselelerde sadece O’nun verdiği hü­küm geçerlidir. ‘O’nun, hükmünde hiçbir ortağı yoktur’ ayetin­deki ‘hükmünde’ lafzından kasıt; Allah (c.c)’ın hüküm verdiği her meseledir. Teşri koyma meselesi ise buna öncelikle dahildir. 

Bu ayetteki, hükmün sadece Allah (c.c)’ın olduğunu, bu ko­nuda hiç bir ortak kabul etmediğini ifade eden mana, Kur’an’ın diğer ayetlerinde de açık olarak belirtilmiştir. Bu ayetten Al­lah’tan başka hüküm koyuculara bağlananların Allah’a eş koştukları anlaşılmaktadır. Bu hüküm başka ayetlerde de zikre­dilmiştir. Bu konu ile ilgili en açık ayet ise, Nisa Suresi’nin 60. ayetidir. Allahu Teala bu ayette, iman iddiasında bulunmalarına rağmen Allah’ın şeriatından başkasına muhakeme olmak istey­enleri hayretle karşılamaktadır. Çünkü tağuta muhakeme olmak istedikleri halde iman iddiasında bulunmaları hayret verici, açık bir yalandır. İşte zikrettiğimiz bu semavi naslardan açıkca anla­şılmaktadır ki, şeytanın dostları vasıtası ile koydurduğu İslam şeriatına muhalif kanunlara tabii olanların kafir ve müşrik ol­duklarından ancak, onlar gibi Allah’ın basiretlerini kör ettiği, va­hyin nurundan kör olan kafir ve müşrik kimseler şüphe eder­ler.”1

Bu konuya dair Seyyid Kutub şöyle demektedir:

Dilleri ile Allah’tan başka ilah olmadığını ve Muhammed’in (s.a.v) Allah’ın kulu ve rasulü olduğunu söyleyip bireysel davra­nışlarda, arınma, evlenme, boşanma ve miras gibi konularda Allah’ın vahyine tabii oldukları için kendilerini müslüman diye isimlendirenler, bununla beraber bunun dışındaki konularda Al­lah’ın kitabına göre şekillenmemiş kanun ve nizamlara itaat edenler… Allah kitabında izin vermediği halde Allah’ın kitabına muhalif olan yasalara ve kanunlara itaat edenler… İsteyerek veya istemeyerek bu çağdaş putlarının kendilerinden istedikleri görevleri yerine getirme noktasında tüm değerlerini feda eden­ler…. Bu kutsal değerleri ile çağdaş tağutların istekleri çeliştiği zaman Allah’ın emirlerini kulak arkası yapıp bu çağdaş tağutların emirlerini yerine getirenler… Evet, kendilerini müslüman ve Al­lah’ın dinine mensup zannedip de tüm bu fiilleri yapanlar, kafa­larını yastıklarından kaldırıp bir an önce uyanmak ve ne kadar büyük bir şirk bataklığının içinde olduklarını görmek zorundadır­lar. 

Şirk ve müşriklik, rabb’lik noktasında Allah’tan başka bir rabb’in yaratan, rızık veren, öldüren vb. varlığına inanmakla or­taya çıkmaz. Allah ile beraber veya Allah’ın dışında başka rabb’lerin hakimiyetine inanmak da şirkin en bariz örneklerin­dendir.

O halde yeryüzünün doğusunda ve batısında yaşayan tüm insanlar, yaşantılarında yetkiyi kime verdiklerine, kime uydukla­rına, kime itaat edip, kime boyun eğdiklerine, kimin emrine uyup sözünü dinlediklerine bir baksınlar… Şayet tüm bu konularda sa­dece Allah’a itaat ediyorlarsa Allah’ın kendisinden razı olduğu dine, İslam’a mensupturlar. Yok şayet bu konularda Allah’tan başkasına tabii oluyorlarsa Allah korusun onlar tabii oldukları ta­ğutların dinine mensupturlar.”2

Demokrasi ile idare edilen ülkelerde, belirli seçim dönemle­rinde kişilerin sandık başına giderek kendileri için yasama yetki­sine sahip olacak yöneticilerini seçmeleri açık bir şekilde şirk ol­duğu gibi, aynı zamanda Allah’ın dininden başka bir dinin, yani demokrasi dininin gereğini yerine getirmektir ki, hiçbir müslü­man için böyle bir fiili işlemesi caiz değildir. Zira, kim İslam di­ninden başka bir dinin gereğini yerine getirirse bu kendisinden asla kabul olunmayacaktır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

Hiç şüphesiz Allah katında din ancak İslam’dır.” (3 Ali İmran Suresi: 3/19)

Peki onlar Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne varsa is­tese de istemese de O’na teslim olmuştur. Ve O’na döndürül­mektedirler.” (3 Ali İmran Suresi: 3/83)

Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edil­mez. O ahirette de kayba uğrayanlardan­dır.” (3 Ali İmran Suresi: 3/85)

Bu ayetlerde açıkca görülen Allahu Teala’nın razı olduğu tek dinin, İslam dini olduğudur. Allah’ın dininden başka bir dine razı olanlar, Allah’ın dininin dışında diğer dinlerin gereklerini yerine getirenler, kınanmış, bu yaptıklarının onlardan asla kabul edilmeyeceği vurgulanmıştır. Burada meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için din kavramı hakkında kısaca bilgi vermekte fayda vardır.

Kur’an’ı Kerim’de din kelimesinin anlamlarından bir tanesi de şeriat, kanun, yol, mezhep, millet, adet demektir. Din kavramı, bu anlamıyla Kur’an’ın bir çok ayetinde görülmektedir.

Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

...İşte Biz Yusuf’a böyle bir plana başvurmayı ilham ettik. Yoksa o kralın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı.” (Yusuf Suresi: 12/76)

Yusuf Suresi’nde geçen bu kıssanın ayrıntılarının konumuz dışında olması nedeniyle burada bu ayrıntılar­dan söz etmeyece­ğiz. Bizim için burada önemli olan nokta ise Hz. Yusuf zama­nında o beldenin yöneti­mini elinde bulunduran “kralın ceza hukukunun” Allah'ın kitabında “kralın dini” olarak tanımlan­ması­dır. Zira, ayette geçen “Ed’Din’ul Melik” ifadesi burada kralın koymuş olduğu kanun ve yasalara verilen bir tanımlama­dır. Yusuf Suresi’nde geçen bu ifade üzerine müfessirler şöyle demektedirler:

Yüce Allah'ın ‘kralın dinine göre’ buyruğundaki din kelimesi, İbn-i Abbas’dan nakledildiğine göre ‘onun egemenlik hüküm­lerine göre’ demektir. İbn-i İsa’ya göre ise, ‘adetlerine’ göre demektir. Mücahid ‘hükümdarın hükmüne göre’ diye açıkla­mıştır.”3

Dahhak ve başkalarının söylediğine göre, Mısır hükümdarı­nın hükmüne (dinine) göre kardeşini alma hakkı yoktu.”4

Yusuf (as) Allahu Teala’nın kendisine öğretmiş olduğu bu tedbirle kardeşi Bünyamin’i yanında alı­koyma imkanı bulmuştur. Zira o zamanın kanunlarına (dinine) göre kardeşini yanında alıkoyma im­kanı yoktu.”5

Allahu Teala –yoksa o kralın dinine göre kardeşini alıko­yamayacaktı- buyurmuştur. Kralın hırsız­lıkla ilgili kanunu (dini) onun dövülmesi ve çaldığının iki mislini ödemeye mecbur tutulması şek­linde idi. Bunun için Hz. Yusuf kralın dinine veya kanununa göre kardeşini alıkoyamayacaktı.”6

Bütün bu ayetlerde ve ayetlere ilişkin müfessirlerden yaptı­ğımız nakillerde de görüleceği üzere Mısır Hükümdarının ülkesi için ortaya koyduğu kanunlar, açık bir şekilde onun dini olarak ifadelendirilmektedir. Aşağıda vereceğimiz ayetlerde de din kavramı aynı anlamları ifade etmektedir. Okuyoruz…

Bir de Firavun: -Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı da, O Rabb’ine dua etsin. Çünkü ben onun, dini­nizi değiştirmesin­den veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmasından kor-kuyorum- dedi.” (Mü’min Suresi,40/26)

Firavun’un –O’nun sizin dininizi değiştirmesinden veya fe­sat çıkarmasından korkuyo­rum- sözünde Hz. Musa kastedil-mektedir. Firavun Hz. Musa’nın insanları kendi yolundan saptıra­rak adetlerini ve geleneklerini (dinlerini) değiştirmesinden kor­kuyordu”7

Kur’an’ı Kerim’deki Hz. Musa ile Firavun kıssasına ait tafsi­lat gözden geçirildiğinde, bu ayetlerde din kelimesinin sadece dindarlık veya itikadi fırka anlamına gelmeyip aynı zamanda bu kelime ile devlet ve medeniyet düzeni de kastedildiği şüphesiz olarak ortaya çıkar. Zaten Firavun’un da korktuğu ve açıkca söylediği husus şuydu: Eğer Hz. Musa bu davetinde muvaffak olursa, devlet el değiştirecek ve Firavunla­r’ın hakimiyeti, yürür­lükteki anane ve kanunlara dayalı hayat nizamı kökünden sökü­lecektir. Sonra da ya değişik temellere dayalı bir başka nizam kaim olacak veya onun yerine herhangi bir nizam kaim olmaya­cak, bütün memleketi bir anarşi ve karışıklık kaplayacaktır.”


Aşağıdaki iki ayette de din kelimesi aynı anlamda kullanıl­maktadır:

Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa­nız, Allah dini (ceza hukukunu) tatbik hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplama­sın! Mü’minlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit ol­sun.” (Nur Suresi: 24/2)

Yoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendilerine seriat (kanun) kılacak ortakları mı var­dır? Eğer azabın ertelen­mesine dair kesin yargı sözü olmasaydı, aralarında hemen hü­küm verilir, işleri bitiri­lirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azab vardır” (Şura Suresi: 42/21)

Bütün bu ayetlerde ki din kelimesinin anlamı; insanın bağlı bulunduğu kanun, sınır, şe­riat (hukuk düzeni), yol, fikir ve ameli düzendir. İster bir kanuna, isterse de bir düzene olsun eğer kişi bunlara ilahi otoriteye dayalı olduklarından dolayı uymakta ise, bu durumda o kişi şüphe­siz Allah’ın dini üzerindedir. Şayet bu otorite, meliklerden birinin otoritesi ise, kişi meli­kin dini üzere demektir. Eğer bu otorite şeyhler ve ruhban sınıfının otoritesi ise, kişi onların dini üzerinde demektir. Sözün kısası eğer bir kimse herhangi bir şahsı en üstün dayanak, hük­münü de nihai hüküm kabul eder ve onun çizdiği yola aynıyla tabii olarak is­tekleri doğrultu­sunda hareket ederse şüphesiz ki bunu yapan kişi onun dinine, yoluna girmiş demektir.”8

Burada son olarak Seyyid Kutub’un konu üzerine mükem­mel bir yorumunu aktarmakta fayda vardır. Seyyid Kutub Yusuf Suresi’nin 76. ayetine yapmış olduğu tefsirde şöyle demektedir:

Burada, kralın yasaları denirken, “yasalar”, ayetin orjinalinde “din” sözcüğüyle ifade edilmekte­dir. Böylece bu ayette, “dinin” hangi anlamları içerdiği özenle ve kesinkes belir­lenmiş bulunuyor. Bu ayette “din” sözcüğü kralın koyduğu sistem ve yasaları ifade etmek için kullanılmıştır.

Din sözcüğünün Kur’an’daki bu apaçık anlamını, yirminci yüzyılın cahiliyye ortamında tüm insanlar unutmuş görünmekte­dir. Cahiliyye yanlıları da, kendilerini müslüman olarak niteleyen bazı kimseler de bu ger­çekten tümüyle habersiz durumdadırlar.

Bu tipler “din” dediklerinde, sadece inanç ve ibadet esas­larını anlıyorlar... Ve bir kimse Allah'ın birli­ğine, peygamberi Hz. Muhammed’e, meleklerine, kitaplarına, diğer peygamberlerine, ahiret gününe, ka­dere, iyiliğin de kötülüğün de Allah'tan oldu­ğuna inandığını söyleyip belirli ibadetleri de yerine getiri­yorsa onu hemen “Allah'ın dinine” girmiş bir kimse olarak kabul edi­yorlar!... Oysa buradaki ayette kralın koy­duğu sistem ve yasa­lar, “din’ul melik (kralın dini)” biçiminde ifade edilerek, “dinin” anlamı kesinlikle belir­lenmiş bulunuyor. Dolayısıyla “Allah'ın dini” denildiğinde, yüce Allah'ın koyduğu sistem, şe­riat ve yasalar anlaşılmalıdır.

Bu sözcüğün anlamı o denli daraltılıp yozlaştırılmıştır ki, cahiliyye sistemleri altındaki kitleler artık “din” denildiğinde, inanç ve ibadet esasları dı­şında hiçbir şey anlamıyor!... Oysa Hz. Adem’den tutun da Hz. Muhammed’e –salat ve selam üzerine olsun- varana dek “dinin” hiç­bir zaman için böylesine kısır bir an­lam ifade etmesi asla söz konusu olmamıştır.

Tarih boyunca “din” hep şu anlamda kullanılmıştır: Allah'ın koyduğu hükümleri be­nimseyip O’nun dışın­daki kimselerin koy­dukları hükümleri reddederek sadece yüce Al­lah'a boyun eğ­mek… Yeryüzünde de gök­lerde de O’nun ilahlığını benimsemek… O’nun insanların biricik ve tek Rabbi oldu­ğunu kabul etmek… Yani sadece O’nun ege­menliğini, hükümlerini, otoritesini ve buyruklarını benimsemek. Nitekim “Allah'ın di­ninde” olanlar ile “kra­lın dininde” olanlar arasındaki yolların ayrılış noktası da bu konuydu. Birinci grup­taki insanlar, sa­dece Allah'ın sistemine, şeriatine ve yasalarına boyun eğiyorlardı. İkinci grup­takiler ise kralın koyduğu sistem ve yasalara boyun eğiyorlardı. Ya da inanç ve ibadet konula­rında Yüce Allah'­tan başka kimselere bo­yun eğdiklerinden, Allah'a ortak koşarak müşrik duru­muna dü­şüyorlardı. Bu; dinin son derece açık, İslam inancının son de­rece net olan bir hükmü­dür.”9

Din kavramı üzerine yukarıda vermiş olduğumuz ayetler ve bu ayetlere ilişkin müfessirlerin yorumlarından sonra açık olarak görülmektedir ki, Allah’ın dininden başka insanların ortaya koymuş oldukları her bir sistem, kural, kanun ve şeriat din kavramı içerisine girmektedir. Ve bu anlamıyla demokrasi de bir dindir. Ancak o kesinlikle Allah’ın kendisinden razı olduğu bir din değildir. O birbirine muhalif ayrı ayrı ilahların dini olup kesinlikle Kahhar olan Alemlerin Rabbi’nin dini değildir.

Allah’ın dininin, İslam’ın kendisine özgü ilkeleri mevcuttur. Demokrasi dininin de kendine özgü ilkeleri mevcuttur. Allah’ın dinine göre yasama yetkisi ancak Allahu Teala’nın elindedir.

Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf Suresi: 12/40)

Ancak demokrasi dinine göre ise yasama, kanun ve hüküm çıkarma yetkisi insanların tekelindedir.

Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, ege­menliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” (T.C Anayasası, Mad. 6-7)

İslam dinine göre hükümlerin çıkış mercii Allah’ın kitabı ve Rasulullah’ın sünnetidir. Allah’ın kitabına ve Rasulullah’ın sünne­tine uygun olmayan hiçbir hükmün İslam’da yeri yoktur. Bütün hükümler mutlak surette Allahu Teala’nın indirdiği şeriate uygun olmak zorundadır.

Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın.” (Maide Suresi: 5/49)

Ancak demokrasi dinine göre ise, çıkarılacak kanun ve ya­salar, mutlak surette demokratların Kur’an’dan üstün tuttukları kutsal kitaplarına, yani anayasalarına uygun olmak zorundadır. Ortaya konulacak hiçbir hüküm, onların anayasalarına muhalif olamaz. Ortaya konulan bir hüküm Allah’ın indirdiği esaslara muhalif bile olsa, kutsal kitap anayasa uygun gördüğü takdirde bu hüküm geçerlidir.

Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organla­rını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan te­mel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” (T.C Anayasası, Mad. 11)

İslam dininde yargı mensupları ancak ve ancak Allah’ın in­dirdiği hükümlerle hükmetmek zorundadırlar. Karşılarına gelen her bir problemin çözümünde, hükmedilmesi için başvurulacak asıl kaynak Allah’ın indirdiği esaslardır. Allah’ın indirdiği hüküm­leri terk edip, başka kanunlarla hükmedenler ise kafir, zalim ve fasık olarak isimlendirilirler.

Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirle­rin ta kendileridir.” (Maide Suresi: 5/44)

Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar zalim­lerin ta kendileridir.” (Maide Suresi: 5/45)  

Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar fa­sıkların ta kendileridir.” (Maide Suresi: 5/447)   

Demokrasi dininde ise, yargı mensupları demokrasinin ma­bedleri olan meclislerde çıkarılan kanunlarla hükmetmek zorun­dadırlar ve bu yetki kesinlikle parlamento adına kullanılmakta­dır.

Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” (T.C Anayasası, Mad. 9)

İslam dinine göre her türlü ihtilafın çözümü, ancak ve ancak Allah’ın ve Rasulü’nün hükümleri ile mümkündür. İnsanlar ihtilaf ettikleri her hususta, bu meselenin çözümünü Allah ve Ra­sulü’nün hükümleri ile hükmeden mahkemelere götürmek zo­rundadırlar. Allahu Teala, kendi indirdiği hükümlerle hükmet­meyen mahkemelere muhakeme olunmasını, kullarına kesinlikle yasaklamıştır.

Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa Suresi: 4/59)

Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha döne­meyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa Su­resi: 4/60)

Demokrasi dininde ise insanlar ancak demokratik dinin be­lirlediği mahkemelerde ihtilaflarının çözümünü aramak zorunda­dırlar. Nasıl ki, Allahu Teala, kendi indirdiği esaslarla hükmet­meyen mahkemelere müracaat edilmesini yasaklamışsa, de­mokratlarda aynı şekilde sanki Allahu Teala ile mücadele eder­sesine kendi mahkemelerinden başka bir mahkemeye müracaat edilmesini kesinlikle yasaklamışlardır.

Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve sa­vunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağa­nüstü merciler kurulamaz.” (T.C Anayasası, Mad. 36-37)


Demokrasi dininin olmazsa olmaz prensiplerinden bir tanesi de halkın egemenliğine dayanmasıdır. Ancak halk bu egemenli­ğini belirli seçim dönemlerinde sandık başına giderek kullan­maktadır. Her üç-beş yılda yapılan bu seçimler aynı zamanda, demokratik dinin tabilerinden, biatlarını ve imanlarını tazeleme­lerini istediği bir seçimdir. Demokratik dinin bağlıları her seçim döneminde, sabahtan akşamlara kadar kuyruklar oluşturarak rejime olan bağlılıklarını sunarlar ve sandığa attıkları kağıtlarla biatlarını ve imanlarını tazelerler.

Demokrasilerde sandık başına giderek oy atmanın önemine binaen seçim günlerinden bir gün önce, bütün parti liderleri, vatandaşları “demokratik hakkınızı kullanın” diyerek direkt ola­rak sandık başına çağırırlar. Aynı şekilde seçim günlerinde ga­zete başlıkları tüm vatandaşlara sandık başlarına giderek oy at­maları için çağrıda bulunur. Seçimlerden bir gün sonra ise halkın büyük bir kısmının demokratik dinin gereğini yerine getirmele­rinden dolayı gazete başlıkları “Demokrasi kazandı” şeklindedir. 

Türkiye'nin kaderini belirleyecek seçim bugün yapılacak. Artık söz millette. 41.5 milyon seçmen bugün sandık başına gi­dip demokrasiye sahip çıkacak. Kullanılmayan her oy, fayda ge­tirmeyen pişmanlık olacak. Halk demokratik haklarını kullanıp, Türkiye'yi yeni ufuklara taşıyacak, partileri belirleyecek.” (Ak­şam Gazetesi, 3/11/2002)

BUYAZİNİN DEVAMİNA GİT LİNKİ TİKLA  DEVAMEDMEK İSTİYORUM OKUMAYA

 
Namaz Vakitleri
 
Veda Hutbesi
 
VEDA HUTBESİ

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHIM

EY İNSANLAR!

Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.


İNSANLAR!

Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


ASHABIM!

Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


ASHABIM!

Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.


ASHABIM!

Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


İNSANLAR!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!


İNSANLAR!

Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki
hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


MÜ'MİNLER!

Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.


MÜ'MİNLER!

Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


ASHABIM!

Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.


İNSANLAR!

Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.


İNSANLAR!

Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.


İNSANLAR!

Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

"-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

Şahid ol yâ Rab!
Şahid ol yâ Rab!
Şahid ol yâ Rab!

 


Image and video hosting by TinyPic

Pagerank Günde 5000 hit http://seyfulcihad.tr.gg/ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol