Cihadın Kahramanlarından:
Savaşan Bir Aslan, Bir Lider,
Ebu Nasır el Kahtani
Ona Yakın Kardeşlerinden Birisi Anlatıyor
Herhangi bir cephede, herhangi bir zamanda, İslam güneşiyle yükselen kahramanlar vardır. Onlar ki Allah’a verdikleri ahdi yerine getirirler. Ebu Gureyb’te alıkonana dek işgalcilere daha etkili darbeler vurmak için Bargam’dan firar eden böyle bir kardeşimiz, Ebu Nasır el Kahtani.
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla
Tüm hamdımız merhametlilerin en merhametlisi olan ve alemleri ayakta tutan Allah’a dır. Salat ve selam peygamberimiz Muhammed’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Ebu Nasır el Kahtani Kimdir?
O Muhammed, Cafer’in oğlu, Cemal’in oğlu, Şiri el-Kahtani’nin oğludur. Babası, Kahtan’da sınır muhafızlığı yapmış olup; Arap Yarımadası’nın önde gelen, sosyal düzeyde itibar sahibi el Meseri’de aşiretinin emirliğini yapmıştır. Allah, onlara büyük bir ün, bolca servet ve ticaret bahşetmişti; buna rağmen Muhammed kardeş sarsıntılar içerisindeydi… Haça tapanlar baştanbaşa İslam beldelerini işgal ediyor ve ümmeti kavuruyorlardı. Bu onun İslam’ın aslanlarından biri olmasına giden yolun başlangıcıydı. Kızgındı, öfkeliydi; Allah’ın buyruğunun haklılığına tüm içtenliğiyle kâni olmuştu ve o inanmıştı!

Savaşa Çağrı, Savaşa Çağrı…
Muhammed el Kahtani, insanlar arasında tanındığı şekliye yiğit Ebu Nasır, Allah’ın lütfuyla artık Allah’ın dininin yoluna adımını attı. Cihad aşkı ve ezilenleri müdafaa etme iştiyakı ruhunu sarmıştı. Bu tutkuyla Çeçenistan’a gitmeyi arzuladı ama bunu gerçekleştiremedi. Bazı kimselerin Keşmir’e kardeşleri gönderdiğini işitti ve o da yola koyulanlardan oldu… Fakat ineklere taparlar ve Keşmir sınırları boyuna yuvalanmış olan kâfir mevcudiyeti onu Keşmir’e girmekten alıkoydu. Bölgeye giremedi; sonunda Haremeyn topraklarına, ülkesine döndü.
Amacına ulaşma yolunda karşılaştığı bahaneleri ve özürleri katiyetle reddetti; üzerindeki yükümlülükten kaytarmayı bir an bile düşünmedi ki bu Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerin durumu gibidir:
“Onlar, oturanlarla beraber oturmaktan hoşlandılar. Kalplerine mühür vuruldu. Bundan dolayı onlar anlayışsızdırlar.” [Tevbe: 87]
O günlerde Ebu Nasır, Allah’ın mescidlerinden birinde kuran okuyor ve Allah’a, cihada çıkabilmesini kolaylaştırması için yalvarıyordu… İçinde bulunduğu bu süreç içerisinde bir dostu, kendisini Afganistan’a gönderebileceği müjdesini vermişti. Bu müjdeyi alan Ebu Nasır secdeye kapanarak kendisine bunu nasip eden Allah’a hamd etti.
İlerleyen günlerde mübarek New York fethi vukuu bulmuş, Müslümanları bir sevinç havası sarmış, Mücahidlere karşı bir muhabbet atmosferi şekillenmişti. Bu olay dinleri ve Allah’a itaatleri hususunda gevşek davrananlar için bir uyanış çağrısı olmuştu.
Ve böylece Ebu Nasır için cihad topraklarına gidiş zamanı gelip çatmıştı. Yolculuk için gerekli hazırlıkları yaparken, pasaportunun geçerlilik süresinin dolduğunu fark etmişti! Pasaportunu yenilemek için gerekli resmi mercie başvurdu. Oradaki görevliye “Seyahat etmek durumundayım, bu yüzden mümkün olduğunca çabuk bir biçimde pasaportumun yenilenmesi gerekiyor” dedi. Görevli cevaben, “Bu kadar acele nereye gideceksin?” dedi.
Ebu Nasır “Bir iş gezisi” diye cevap verdi. Görevli gülümseyerek “Senin için yenileme işlemini hızlandıracağım ama tek bir şartla!” dedi. Ebu Nasır şaşkınlıkla ona “Nedir bu şartınız?” diye sordu. Görevli “Karşı karşıya gelirseniz (Müslümanların ordusu ile kafirlerin ordusunu kastederek) benim için dua et ve dualarında beni unutma!!” diye mukabele etti.
Görevlinin cevabı onu şaşkınlığa uğratmıştı! İkisi de gülüştüler ve musafaha ettiler. Ondan sonra yiğidimiz, harbin ve mücadelenin beldesi olan Afganistan’a doğru yola koyuldu.
Ebu Nasır İlk Esaretini Yaşıyor…
Genelde Ebu Nasır, düşman hareketlerini gözlemlerdi. Bu gözlem günlerinden birinde, düşmanın hazırlığının mahiyetini öğrenmek için onlara yaklaşmaya karar verdi. Fakat mürtedler onun varlığını keşfettiler; Ebu Nasır kaçmaya başladı, ardından da düşman onu izliyordu, Ebu Nasır ardındakileri atlatmak için bir Afganlının evine girdi. Ev halkı ona, ne olduğunu sordular. Cevaben “ Bir odun demeti yüzünden çıkan tartışmadan dolayı kuzenimi öldürdüm, kızgın bir kalabalık ve polis peşimde, her yerde beni arıyorlar!” dedi.
Ev halkı o esnada kendilerinden arazilerini alan kuzenlerine karşı bir misilleme hususunda tartışıyorlardı. Bu duruma kulak misafiri olan Ebu Nasır o anda onlara sitemde bulunarak; Allah’tan korkmalarını, maruz kaldıkları esaret, reva görüldükleri zillet ve işgal altındaki topraklar söz konusuyken onların bir avuç arazi parçası için birbirlerini yemelerinin anlamsızlığından bahsetti. Söyledikleri ev halkını şaşkına çevirmişti! Şaşkınlıklarından kurtularak ona “Bizler bir arazi parçası için mücadele ederken sen bizlere sitem ediyorsun, ama kendin bir odun demeti yüzünden kuzenini öldürüyorsun” dediler. Ebu Nasır kahkahayı patlattı, onlarda güldüler. O geceyi orada geçirdi. Sabah olunca evden ayrıldı ve yürümeye başladı, yolda Amerikalılar onu yakaladılar ve Bargam cezaevine hapsettiler.
Ebu Nasır: Esarette Kahramanlık, Cihad Meydanlarında Kahramanlık
Ebu Nasır, Bagram’ın karanlık zindanlarına atıldığında –Allaha şükür- bir aslanın cesaretine sahipti. Esaret günlerindeyken daima haça tapanların askerlerinin moralini bozuyordu, onlara: “Hepiniz Afganistan’a ölmeye geldiniz. Arkanızda ailelerinizi, özgürlüğünüzü, kadınlarınızı ve çocuklarınızı bıraktınız. Burada öldürülmeseniz dahi, er geç Bush sizi Irak’a Zerkavi’ye –rahimehullah- yollayacak…” Vallahi ismini duymaları bile onları dehşete düşürmeye yetiyordu. Bazısı ağlıyor, bazısı da kendilerini bekleyen kaçınılmaz kaderin verdiği korkuyla bilinçsiz bir şekilde altını ıslatıyordu. Amerikalılar sık sık “Zerkavi yok, Zerkavi yok” diyor ve bunu söylerken de ellerini boğazlarına götürüp bıçakla kesme anlamında işaretler yapıyorlardı.
Ebu Nasır sıkça yoldaşlarına nasihatte bulunuyordu, imanları hususunda onlara hakkı telkin ediyor, morallerini yüksek tutuyor ve daimi surette onlara iyiliği emredip kötülükten de sakındırıyordu. Haça tapanlardan herhangi bir askerle karşı karşıya geldiğinde daimi surette ona “öldürüleceksin” diyordu. Yine böyle söylediği bir seferde, asker ona cevaben “Kim tarafından ?” diye sormuştu. Ebu Nasır’da cevap olarak “Mücahidler tarafından!” diye karşılık vermişti. Haçlı askeri tekrar: “Civarda hiçbir mücahid kalmadı artık; ya kaçtılar ya da öldürüldüler” demişti ki…
Aniden Bagram üssüne havan ve füze atışı başladı. Kibirli Amerikalı kendini yere atarak, korkudan şuursuzca ağlamaya başlamıştı. Bu esnada Ebu Nasır ve kardeşlerinin getirdikleri tekbir sesleri Bagram’ın duvarlarını sarsıyordu: “Allah en büyüktür, Allah en büyüktür!”
Yüce Allah şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah inananları savunur. Çünkü Allah hain ve nankörlerin hiçbirini sevmez.” [Hac: 38]
Bizler bu yiğit adamdan; esarete düşen bir insan için her şeyin bitmediğini, bu durumun bir kişi için varılacak son durak olmadığını, tam aksinin de hayır olabileceğini de öğreniyoruz;
Gecenin sonunun gelmez olduğunu sanma
Şafağın izleri ufukta görünüyor
Karanlığın ipliği akıp gidiyor
Zulmün kuklaları çürüyor
Ve adaletin çağrısı yükseliyor
Allah en büyüktür!
Ey Allah’ın askerleri, sebat edin
Esaretin hezimetine inanmayın
Pek çok sefer esaretin sonu zafer
Hazırlanın, seslenişiniz yükseliyor
Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah en büyüktür!
Bagram Hapishanesinden Kaçış…
Allah’ın yardımıyla, bir buçuk yıllık esaretten sonra tam donanımlı bir askeri üs olan Bagram’dan üç sıra dışı kardeşiyle birlikte kaçmayı başarabilmişti; Şeyh Ebu Yahya el-Libi, Allah onu korusun, kardeş Ebu Abdullah eş-Şami, Allah onu korusun, kardeş Faruk el Iraki, Allah ona merhamet etsin ve onu şehitler zümresine kabul etsin.
Ebu Nasır’ın babası Afganistan’daki hapishaneden aralarında Suudi uyruklu birinin de olduğu dört kişinin kaçtığını öğrendiğinde, “Vallahi bu benim oğlum” demişti ki o, evladının cesaretini ve yiğitliğini biliyordu.
Ebu Nasır ile şahsen tanışan Pakistanlı bir kardeşle bir sohbetimiz olmuştu. Bu kimse bir rüya görmüştü. Rüyasında Rasulullah (s.a.v), ashabıyla birlikte oturuyordu. Rasulullah (s.a.v) kendisini yanına çağırarak Ebu Nasır ve beraberindekilerin hapisten kaçtıklarını söylemişti ve O (s.a.v) bunu üç kez tekrarlamıştı… Bu rüya kardeşin kaçışının öncesindeydi.
Kaçışlarını takriben, yıkıcı bir operasyona katılmışlardı. Bu operasyonda haça tapanların hatlarının derinlerine girmişlerdi. İkinci defa haça tapanlara esir düşeceği iki yıl boyunca Afganistan dağlarında korkusuz bir biçimde mücadelesini sürdürdü.
Ebu Nasır’ın İkinci Esareti
Ebu Nasır silahlardan patlayıcılara kadar operasyonların her türlü detaylarıyla bizzat ilgileniyordu. Düşman esaretine düşeceği bu ikinci seferde, yine bir sonraki günkü operasyon hazırlıkları için evine dönmüştü. Uykuda olduğu sırada Amerikalılar ve onların mürted uşakları kaldığı barınağa girdiler ve hemen silahını aldılar. Onlarla uzun bir boğuşma yaşadı, etkisiz hale getiremeyeceklerini anlayınca haça tapanlardan biri onu bacağından vurdu. Diğer Arap kardeşleri gibi yere düştü. Allah’tan onları esaretten kurtarmasını ve tekrardan cihad meydanlarına dönmelerini nasip etmesini niyaz ediyoruz.
Bu arada, Suudi hükümeti Amerikalı efendilerine Ebu Nasır el Kahtani’nin tutukluluğuyla ilgili hususta müdahil olan taraflardan oldu. Sonradan zalim hükümet Ebu Nasır’ın pek çok genç üzerinde etkisini ve onları bilinçlendirdiğini görünce onu Ebu Gureyb hapishanesinde alıkoydular.
Bunlar zincirlere vurulan kahramanlardır, zindanlarda alıkoyulan… Ve bizler seyretmekten başka bir şey yapmıyoruz… inna lillahi ve inne ileyhi raciun.
O Aslan…
Onu görmelisiniz… Onu, Allah’a teslimiyetin ve kulluğun bir alameti olarak munis bir sesle Kur’an okurken bulacaksınız. Ona ailesinden sormalısınız; onu tekrar onlara dönmek istemeyen bir halde bulacaksınız. Onun zihnini cihaddan başka bir şey doldurmuyordu… Öyle ki yalnızca Allah’ın kelimesi en yüce olsun. Onun zihnini meşgul eden düşmanları tarafından önüne köpekler gibi çömlek atılan ümmetinin acınası durumuydu…
Ona baktığımızda Allah’ın haklarında şöyle dediği kimselerden olduğunu temayül ederdik:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” [Maide: 54]
Bizler onu görüyoruz ve Allah’da görüyor; bizler kimseyi Allah katında temize çıkarmıyoruz. |
|
 |
|