İSLAM'DA PARTİYİ DESTEKLEMEK YOKTUR OYVERMEK KURAN VE SUNET NAZARİNDAKİ KONUMU VE YERİ
İSLAM'DA PARTİYİ DESTEKLEME OYVERMEK YOKTUR Kuran şöyle der:
"Bile bile hakkı batıla karıştırmayın, hakkı kıtmetmeyin!" (Bakara, 42) Bilindiği ve bizim defalarca ifade ettiğimiz gibi İslam; hem dindir hem devlettir, hem ibadettir hem siyasettir. İslam Dininin özünde ve yapısında siyaset vardır, devlet vardır. Hem öylesine vardır ki, din-devlet ilişkisi, ruhla beden gibi birbirini tamamlayan iki unsurdur. Binaenaleyh, bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bu itibarladır ki:
"Devlet demek, dinin hayata ve hayatın her kademesine ve her kuruluşuna hakim olması demektir."
Dava ve metod:
Dava demek, Şeriat-ı Muhammediyeyi hayatın butününe hakim kılmaktır. Metod ise, Şeriatı hayata hakim kılmanın yoludur.
Şimdi bir soru ortada: Bu yol parti midir, tebliğ midir?
El-Cevab: Parti olamaz. Neden? Çünkü:
1- Particilik vahye dayanmaz; hakkında ne bir ayet vardır ne de bir hadis.
2- Particilik hakkı batıla karıştırmadır; bir uzlaşma politikasıdır. Küfrü
İslama bulaştırma ve karıştırmadır;
3- Particilik taviz vermedir:
a) Particilikte hareket noktası kemalizm olduğu gibi, gayesi de kemalizmi korumak ve yaşatmaktır (partiler kanununa bak!);
b) Particilikte "Besmele" Mustafa Kemal adına çekilir (parti tüzüklerine bak!);
c) Particilikte esas, kemalist anayasadır (parti tüzüklerine bak!);
d) Particilikte parti mensublarının feyz ve bereket kaynağı
Anıtkabirdir (parti kurucuları, Refah da dahil, hep oraya koşarlar ve istisnasız hepsi koşmuştur...);
e) Particilikte yemin, şeytanî bir yemindir;
f) Particilikte partiler Allahın değil, putun gözetimi altında çalışırlar;
g) Particilikte particilerin binalarına melekler girmez. Çünkü, resim asılıdır; şeytanlar cirit atar;
h) Particilikte partiler, İslamın değil, İslamla uzlaşması mümkün olmayan demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır;
i) Partilicilikte partiler Kemalist kâfir rejimini ayakta tutan kuruluşlardır;
j) Particilikte partiler, müslümanları uyutma ve avutma politikası güderler.
Bunun da ötesinde, demokrasi ve onun vazgeçilmez unsuru partiler, gözlerde büyütüle büyütüle, kafalar meşgul edile edile adeta bir din haline getirilmekte ve; "Sizin dininiz size, bizim dinimiz de bize!" şeklinde ilahî beyanla yasaklanan küfürle uzlaşmaya ve şirke bulaşmaya müslümanlar sinsice itilmektedir.
k) Particilikte partiler, İslamın devlet olmasını engelleyen veya geciktiren en büyük âmillerdir;
l) Particilikte partiler, Ümmet-i Muhammedi parça parça eden fitnelerdir; İşte bütün bunları hatta sadece birini gözönüne alınırsa, particiliğin şeytanî bir düzen olduğu kendini gösterir. Ve işte bundan dolayıdır ki, gerçek ilim adamları ve samimi din uleması partiye "Hayır!" demişlerdir. Mesela:
1- Hasan EI-Benna: "... İslam particiliğin getirdiği bu şeyleri şiddetle haram kılmıştır. (Mecmuatürresail, İmam Şehid Hasan El-Benna, s. 287-290)
2- Bediüzzaman Said-i Nursî: "... Partiler muzırdır; çünkü, meleği şeytan, şeytanı melek gösterir." (Hutbe-i Şamiyye: 98, Kastamonu: 86)
3- Seyyid Kutub: "... Bunlar, ne İslam akidesinin (inancının) karekterini
anlamışlar ne de kalplerin kapısının nasıl açılacağını öğrenmişlerdir."
(Fizilal-il Kuran, Yusuf Suresi, Ayet 108)
4- Mehmed Zahid Kotku: "... Evvela partiler hiç de doğru olmayan
teşkilatlardır; memleketteki vahdeti, birliği bozmaktadırlar."
(Müminlerin Vasıfları, Saha Neşriyat, İstanbul baskısı, 1982, s. 77)
5- Necip Fazıl: "... Parti bölücü alet, batıdan bize hibe!"
Biz de diyoruz ki, particilik İslamî bir kuruluş değildir; insan kafasının mahsulüdür. Batıdan İslam âlemine gelmiştir. Dolayısıyla "Sırat-ı Müstakim" değildir. O halde parti yoluyla İslam devletine gidilmez!..
Bir taraftan ilim adamlarının bu kabil beyanları, bir taraftan Türkiyedeki denemeler, gün geçtikce particiliğin şeytanî yüzünü ortaya çıkarmakta, Türkiyede ve burada bilhassa müslüman
gençlerce particilik terkedilmekte ve tarihin çöplüğüne atılma yoluna girmiş durumdadır.
Ve netice:
Metodun iki şıkkından biri atıldığına göre, önümüzde sadece, peygamberler tarafından da tatbik ve takib edilen "Tebliğ" metodu kalmıştır.
Tebliğ metodu ise, video, teyp ve kasetler, kitap ve broşürler, mektup ve dergiler götürmek ve göndermek, ev ziyaretleri ve sohbetleri tertip etmek suretiyle İslamın hakikatlarını, din-devlet bütünlüğünü duyurmak ve anlatmaktan ibarettir. Bize düşen bu kadar! Ötesi Allaha aittir. Çünkü, kalpler Onun elinde!..
O halde; sandık başına gitme zorunda kalan müslümanın oy pusulası şudur:
"Partiye hayır, tebliğe evet!.."
Not: Partiye oy verelim mi veya destekliyelim mi diye soran kardeşlerimize cevaptır!
"İslam'da Partiyi Destekleme Yoktur ve Günahtır" başlıklı bildirinin sonunda "O halde; sandık başına gitme zorunda kalan müslümanın oy pusulası şudur: "Partiye hayır, tebliğe evet!.." diye yazılmıştı.
Ancak "Beyyineler 5 - Hâkimiyyet" kitabında da yazıldığı üzere, "Şirk Fetvası" neşredildikten sonra ne sandık başına gidilebilir, ne de oy pusulası atılabilir.
Bununla ilgili geniş mâlumatı yine "Hâkimiyyet" kitabında bulabilirsiniz!
DÜNYAYI FESADA VEREN İKİ PUT
Tevhid akidesi:
Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. Mülk Onundur. Bütün kâinatı yaratan, kâinata nizam ve ahenk veren Odur. Koyduğu kanunlarla âlemi ayakta tutan Odur.
Kâinat içinde en şerefli mahluk insandır. İnsan, Allahın halifesi, kâinatın efendisi! Yapacağı hususlarda emir ve tâlimatı Ondan alır, Onun adına ve Onun namına yapar. Herşeyin başında Besmele çekilmesinin hikmeti budur. Elhasıl: Allah "Rabb", insan "Kul"dur.
Dolayısıyla rububiyet makamı Allaha, ubudiyyet makamı insana aittir.,
Hâkimiyyet hakkı, kanun koyma yetkisi Rabba mahsus, kanunları icra görevi kula mahsustur. Hülâsa Allah emredecek, kul yapacaktır. İşte Tevhid budur!
Şirk:
Tevhid inancına ters düşen her şey, her inanış şirktir, puttur ve tağuttur. Şirk, put ve tağutun çeşitleri çoktur; devirden devire değişir, kılıf değiştirir; bir taş parcasıdır, bir heykeldir, bir gök cismidir, bir hayvandır, bir insandır, bir sistemdir... Görünüşte bunlar birer timsal ve birer semboldür. Manada ve gerçekte ise bunlar birer tağut ve birer puttur. Taşıdıkları müşterek vasıf ve özellik ise tek bir şeydir; o da hâkimiyyettir, hâkimiyyet meselesidir. Ve şu şekilde özetlenir:
Allahın hâkimiyyetini reddetme; "Ya Rabb Varsın güzelsin, ibadetler sana mahsustur, hesabını da sen soracaksın!.. Fakat, dünyada bizim işimize, bizim devletimize, bizim siyasetimize karışma! Bizim işimizi biz biliriz, kanunumuzu kendimiz yaparız derler ve bu inanç içinde bulunurlar. İşte put zihniyeti ve işte putçular!.. Kur;an tabiriyle; şirk ve müşrikler!..
İKİ PUT VE İKİ SİSTEM:
Günümüzün dünyasının gündeminde iki put vardır. Bunlardan biri komünist sistem, diğeri demokratik sistemdir. Aralarında farklar varsa da "Rabb" tanımama da "Rabb"in hâkimiyyetini kabul etmemede müşterektirler, aralarında dolayısıyla bir fark yoktur. Komünist sistem
"Rabb"i red ve inkâr eder, varlığını kabul etmez ve inanmaz.
Demokratik sistem ise "Rabb"i red ve inkâr etme yoluna gitmez ise de nun elinden hâkimiyyet hakkını alır insanın eline verir. İnsanı Rabbisiyle karşı karşıya getirir, onu put ve şerik yapar.
BİRİ YIKILDI:
Bu iki puttan biri yıkıldı, gitti. İnsanlık, komünist tağutundan kurtuldu. Fakat, maalesef demokrasi putu, bütün dehşet ve şiddetiyle hüküm sürmektedir. İkisi arasında bir mukayese yapacak olursak:
Komünizm; açık-net bir tağut, mert bir kâfirdir. Diyor ki: "Ben; din, Allah, ahiret tanımam, dünya benimdir. İdaresi de bana aittir. Bana kimse karışamaz; kanunumu ben yapar, çatımı ben çatarım!.."
Demokrasi putuna gelince: O, sinsidir, o iki yüzlüdür, o münafıktır. Bir taraftan "Allah" der, bir taraftan "Tağut" der. Kuranın beyaniyle ve kelimenin tam manasiyla: "Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâh kabul ederler." (Hicr, 96)
"Bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Allah ile beraber başka bir ilah edinme! Sonra kınanmış, koğulmuş olarak cehenneme atılırsın!" (İsra, 39)
"Atın cehenneme her inatçı kâfiri, hayra (bütün gücüyle) engel olan her azgını, imanda şüphesi olan; ki o, Allah ile beraber başka ilahlar tanıyandır. Haydi onu itiniz de şiddetli azabın içine atın! denir." (Kâf, 24-26)
İşte demokratik ve laik kafalıların ahiretteki durumlarını tasvir etmektedir bu ayetler.
Demokrasi ve İslam:
Demokrasiyi İslamla bağdaştırmak mümkün değildir. Zira bunlar birbirine zıd iki sistemdir. Birinin "Evet" dediğine diğeri "Hayır" der; birinin kabul ettiğini diğeri reddeder. Biri "halk idaresi" diğeri de "Allah idaresi"dir. Binaenaleyh; bunların bir arada yürütülmesi imkânsızdır. Şöyle ki:
1- Kaynakları:
Bu iki sistem arasında birçok fark vardır. Bunların bir kısmından "İslam ve Demokrasi" başlığını taşıyan bildiride bahsettik. Burada da mühim birkaçına işaret edeceğiz: Bu iki sistem, kaynakları itibariyle birbirinden farklıdır. İslam, kaynağını Allahtan alır, vahye dayanır, "Kaynak Kuran, örnek Peygamber" der. Bu sistemin bir adı da
"Şeriattır, Şeriat nizamıdır
Demokrasiye gelince: Demokrasi; "Halk idaresi" şeklinde tarif edildiğine göre kaynağını insan kafasından alır ve insan fikrine dayanır. Allah ve Peygamberi tanıdığını iddia ederse de bunların dünya ile, devlet ile ilgili kanun ve beyanlarını tanımaz, red ve inkâr eder.
HAKİMİYYET:
Hâkimiyyet demek; en yüksek makam demektir, en yüksek söz sahibi demektir, en yüksek otorite demektir. Öyle ki, bütün emirler ve yasaklar o makamdan gelir, kanun ve nizamlar o makamın sözleridir.
Yapılan işlerin ve tatbik edilen icraatın denetim ve kontrolü, hesap ve kitabı, ceza ve mükâfatı hep o makama aittir.
İslamda o makam "Rabb" makamıdır, Allah makamıdır ve Rabbülâlemine mahsustur ve Onun hakkıdır. Öyle ki, kimse o makama el süremez ve kimse o makamın hakkını alıp başkasına veremez. O makamın kendisine mahsus bir ifadesi vardır. O da "Hâkimiyyet!.."
DEMOKRASİ VE PARTİLER:
Demokrasi, partileri şöyle tarif eder: "Partiler, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır." Bu tarife göre partisiz bir demokrasi düşünmek mümkün değildir. Keza; partiler, günün tağutî sistemi olan demokrasiyi ayakta tutan, ona destek olan kuruluşlardır, parti sistemleridir.
İşte demokrasi ve işte partiler: Anası, İslamî sisteme ters düşerse danası da elbette ters düşecektir. Demokrasi tağut olduğu gibi, partiler de birer tağuttur.
Oy verme ve iman:
Demokratik bir sisteme göre, oy vermeye giden bir müslüman, acaba oy sandığına oy pusulası mı atıyor yoksa iman pusulası mı? İşte bunun tesbiti gerekir. Beraberce muhasebesini yapalım:
Demokrasi partilere dayanır; partiler de oy vermeye dayanır. Mantıkî bir kaide: "Öyle ise demokrasi oy vermeye dayanır.’’
Demokrasi; tağutî bir sistem, dolayısıyla kâfir bir rejim olduğuna göre, sandık başına giden bir müslüman, tabiatiyle tağutî sistemi desteklemeye ve onu ayakta tutmaya gidiyor demektir.
"Küfre rıza küfürdür" kaidesince sandık başına giden bir müslüman, küfre rızanın da ötesinde ve üstünde bir küfür sistemini oyu ile desteklemekte, onu ayakta tutmakta ve yaşatmaktadır. Bir müslümanın sandık başına gidişiyle demokrasinin kazanmış olduğu muhakkaktır: Dönüşüyle acaba iman pusulasını, Rabbinin rızasını kaybetmiş olmasın?!. Buna kim "Hayır!" diyebilir? Demek oluyor ki, bir insanın, hem komünist hem müslüman olamıyacağı gibi, hem demokrat hem de müslüman olamaz! Bir başka ifade ile; demokrasiye oy verme demek, Şeriatı reddetme demektir, daha açık bir tabirle; demokrasiye dolayısıyle partiye "Evet!" demek, İslama "Hayır!" demekten ibarettir. Hangi hoca buna "Hayır, öyle değildir!" diyebilir? Çünkü, ister laik sistem olsun, ister demokratik sistem olsun neticede aynıdır. İkisi de dini devletten ayırmaktir, din devlet bütünlüğünü ortadan kaldırmaktır. Kanun koyma yetkisini insanın eline vermektir, dolayısıyla Allah’ın emir ve tâlimatını bir tarafa itmektir.
Bu mevzuları bir de "İslam Anayasası" (Taslağı), "İslam Dini Laik Rejimi Kabul Etmez!", "İslam Açısından Demokrasi" başlıklı yazılardan okuyun!.. Ve nihayet meallerini vereceğim ayet ve hadisin manalarını derin derin düşünün: "Onlar; hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu İsayı Allahtan ayrı rabbler edindiler. Halbuki onlar bir tek ilâha ibadet etmeleri için emrolundular. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir." (Tevbe, 31)
Birgün Resulullah (s.a.v.) bu ayeti okuduğu zaman içeriye daha evvel hıristiyan iken müslüman olan Adiy b. Hatem girdi. Ve bu ayeti duyunca Allah Resulüne: "Onlara ibadet etmiyorlar ki!" dedi. Allah Resulü cevap verdi: "Onlar Allahın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi de helal kıldıkları zaman, onlara itaat etmiyorlar mı?" diye sordu. O da "Evet!" deyince, Allah Resulü (s.a.v.) de: "İşte böyle onlara ibadet ediyorlar!" buyurdu. (Tirmizi, A. b. Hanbel)
ÇARE:
İki puttan biri yıkıldı gitti: Komünizm! Fakat diğeri ayakta! Bu gidişle pek gideceğe benzemiyor. Gidip gitmemesi alakaya bağlı, müslümanların alakasına bağlı!.. Müslümanlar komünizmi düşman bildiler, ondan nefret ettiler; müslüman, komünist olmaz ve olamaz noktasından hareket edip kapılarına bile yaklaştırmadılar, zorla gelmek isteyen komünizme (Afganistanda olduğu gibi) savaş bile açtılar ve nihayet bu küfür sistemi karşısında imtihanı başarı ile verdiler. Allah da ne yaptı? İnsanlık belasını defetti, hem kısa zamanda ve hem beklenmedik bir devirde!.. Allah, neye kadir değil ki, yeter ki, siz Ona kul olun!..
DEMOKRASİ DE GİDER Mİ?
Demokrasi de gider! Allah diledi mi gider. Çünkü mülk Onundur, irade Onundur. Yalnız bir şartla: Müslümanlar, komünizme karşı duydukları nefreti en azından demokrasiye karşı da duyacaklardır ve duymalıdırlar. Demokrasiyi de İslam, Şeriat ve Peygamber düşmanı bilip sandık başına gitmiyeceklerdir, dolayısıyla partilere de iltifat etmiyecekler. Ve bilecekler ki, partiler yıkılınca demokrasi çökecek ve tarihin çöplüğüne atılacaktır ve işte o zaman İslam devlet olacaktır.
İKİ ŞEY ARASINDA TERCİH
Besmele, hamdele ve salveleden sonra, Kuran şöyle der:
"Ey müminler! Eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin!" (Tevbe, 23)
"De ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, hısım ve akrabalarınız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler, size Allahtan, Peygamberinden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, o halde Allahın (azab) emri gelinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekleri göreceksiniz)! Allah, yolundan çıkmış topluluğu doğru yola hidayet etmez." (Tevbe, 24)
Okuyacağınız bu yazıyı, işte bu ayet-i kerime'lerin ışığı altında ve etrafında okuyacaksınız!.. Ey müslüman! Kritik bir noktadasın, iki şeyden birini seçeceksin; iki şeyden birini alıp, yeri ve zamanı geldiğinde diğerini terk edeceksin, ikisinden birinin yanında ve safında yer alacaksın!.. Bunlardan biri dünya diğeri ahirettir, bunlardan birileri baba ve kardeşler diğeri de mü’minlerdir bunlardan birileri akraba, soy ve sop, hanım ve evlat diğerleri de Allah ve Peygamberi; bunlardan biri mal-mülk, servet-masa diğerleri de cennet ve nimetleri; bunlardan biri dünya ve dünyalık sevgisi diğeri de Allah sevgisi ve Peygamber aşkı; bunlardan biri kolaylıklar içinde rahat günler geçirme, diğeri de tehlikelerle karşı karşıya gelmekten ibaret olan cihad; ve nihayet bunlardan biri küfür ve küfrü üstün görenler, diğeri de iman ve iman ehlidir!..
İşte; sen böyle bir noktadasın! Ya o, ya da bu!.. İkisine birden "Evet" veya "Hayır" demen mümkün değil! Bir tercih meselesi! Ya menfisini kabul edip dünya ve ahirette hüsrana (ziyana) uğrayacaksın ya da müsbetini kabul edip dünya ve ahiretini mâmur edeceksin! Ya nefsin beğendiğini seçip dünyayı zindan, ahiretini zehir edeceksin. Ya da Rabbinin beğendiğini seçip dünyayı mâmur, ahiretini mesût edeceksin!
İşte Tevbe Suresinin iki ayeti; 23 ve 24: İki cepheli bir sahne sergiliyor; biri cennet biri de cehennem! İki yol gösteriyor: Biri rahmet biri gazab! İki netice bildiriyor: Biri kazanma biri de kaybetme!..
Müslüman! İşte tam kritik biı noktada bulunuyorsun! Bu nokta her an seninle karşı karşıya! Attığın her adım bununla ilgili; terazinin kefelerinden biri ağır basıyor! Ama hangisi?!. Dikkat et! Dünya mı ahiret mi? Baba-evlat mı? Yoksa Allah ve Peygamberi mi?!. Melekler yazıyor, fotoğraflar çekiyor! Sağdan mı soldan mı? Günler geçiyor!
Kârdan mı zarar mı?!.
Ey insanoğlu! Önüne bir tablo çizdim: Çifte kutuplu, iki planlı; ya önde ya arkada!
Şimdi ikili örnekleri sıralayalım:
1- Namaza davet; Vakit gelmiş, çıkmak üzere! İşin başındasın; mühim bir iş: Ticarethâne veya pazarda; para akıyor su gibi, müşteriler kuyrukta, namaz geçti geçecek! Kritik bir nokta: Ya para ya edâ! Bir tarafta "Namaz geçiyor, namazını kıl!.." şeklindeki ilahî ferman tekrar edip dururken, diğer taraftan da nefis: "Fırsat bu fırsattır; müşterileri kaçırma; namazı kaza da edersin!.." şeklindeki vesvese ve ığva! Çetin bir imtihan! Tercih sana ait! Ya Allah sevgisi ya nefis ihtirası; ya nefse kul, ya Rabbe kul; ya gazab ya rahmet!..
2- Yine kritik bir nokta! Bir tercih meselesi daha. Hangisinden yana olacaksın! İkisinin de tehlikeli tarafları var! Küfür ve kemalist devletten yana olursan ve o safta yerini alırsan, kimse senin kılına bile dokunmaz; mal da senin canda senin; rejim senden memnun, devlet senden memnun! Ama, ötesi cehennemdir! Kuran anayasasından, İslam devletinden yana olduğun takdirde pasaport tehlikeye düşer, mal ve can korkusu kendini gösterir. Yani saldırılar başlar; bütün bir küfür dünyası karşında! Üstelik, baban ve akrabaların da sana karşı, seni davandan vazgeçirmek istiyorlar ve: "Gel oğlum! Devletle, siyasetle uğraşma! Senin neyine kalmış; işte devlet, işte anayasa! Sen bize bak! Biz devletten yanayız, Atatürk kurdu bu cumhuriyeti, size emanet etti ve o, memleketi düşmandan kurtardı. Biz bunlara karşı çıkamayız. Bunlar bizlerden daha iyi bilirler memleket meselelerini, görmüş geçirmiş insanlardır. Camilerin kapıları arkasına kadar açıktır.
Namaz kılana bir şey diyorlar mı? Namazına niyazına karışan mı var?!. Yap ibadetini, kimsenin etlisine sütlüsüne karışma! Ve nihayet sözün kısası: Biz devletten yanayız, devletimize toz kondurmayız? Bizim devletimiz Türkiye Cumhuriyetidir; annen ve kardeşlerin, bütün soy ve sopumuz da böyle inanmakta ve böyle düşünmektedirler. Her halde onlar da devlet işlerini bizden iyi bilirler!.. Ya bizim gibi düşünürsün ya da dünyayı başına yıkarız ve yıktırırız; hapishaneleri boylarsın, dünyan zehir olur
3- İşte sen, Ey Genç! Böyle bir manzara ile karşı karşıyasın; nokta çok kritik! Ya babana "Evet!", Rabb’ine "Hayır!" diyeceksin, ya da bunun tersini yapacaksın: Ya babanın dediği yola gidip küfrün ve kemalistlerin yanında yerini alacaksın, ya da Rabbinin kitabına, Peygamberinin sünnetine kulak verip küfrün karşısında, müslümanların safında yerini alacaksın! Ya o, ya da o! Tercih sana düşüyor ve iki zıt netice: Ya rahmet ya da gazab, ya cennet ya da cehennem!..
4- Cephe iki: İman-küfür:
İki ordu savaş halinde: Biri, küfür adına imanı yıkmak, diğeri de iman adına küfre karşı çıkmak; biri küfür rejimini korumak, diğeri ise, İslam devletini korumak veya kurmak! Birinin anayasası kâfir bir anayasa, diğerinin ki ise Kuran! İşin garib tarafı, küfrün hüküm sürdüğü yer vatan toprakları ve daha garibi bu topraklar üzerinde senin yerin ve yurdun! Annen ve baban da hep kitfrün safında yerlerini almışlar, onların davulunu çalıyorlar. Üstelik kardeşlerin de bu ordunun eri ve kurmayları! Öbür tarafta ise ne yer ne de yurt, ne anne ne de baba! Fakat ordu mümin ve muvahhid; hizbullahî müslümanlar; devlet İslam, anayasa Kuran!.. Elhasıl: Bir tarafta iman ve İslam yolunda, İslamın devlet olması yolunda, diğer tarafta ise, küfür ve küfrün hâkim olması, tağut rejiminin (kemalist rejimin), put düzeninin ayakta durması yolunda bir savaş! Manzara bu! Son derece kritik ve hassas bir nokta!.. Tercih sende! Senin, iman ve Tevhid ehli olarak, "Hâkimiyyet kayıtsız ve şartsız Allahındır!" diyerek yerin ve safın elbette iman ve İslam cephesi olacaktır. Tağutlara, put rejimi ile yanyana, safsaf olamazsın! Velev ki, annen ve baban, hısım ve akraban bu cephede olsa da! Yani, iman ve Tevhid bağı kan bağına mutlaka galip gelecektir ve gelmelidir! Bu mevzuda "Vatan, bayrak, Sakarya!.." bahis mevzuu değildir.
Mezara girdiğinde senden bunlar sorulmayacak; senden iman, İslam ve İslamın devleti sorulacaktır. Ayrıca bilmelisin ki; küfrün safında yeralıp çarpışanların şehidlikten nasipleri yoktur. Velev ki biz de müslümanız deseler de hatta namaz kılsalar da!..
Tarihten misaller:
Bedir Savaşını bir düşünün! Baba ve evlatların bir kısmı Peygamber (s.a.v.) yanında ve safında yer alırken, bir kısmı da Ebu Cehillerin yanında ve safında yer almışlardır. Bunlardan biri de Hz. Ebu Bekirle oğlu Abdurrahmandır. Baba Peygamber safında, oğul ise Ebu Cehil ordusunda! Manzara bu! Çok garip!.. Hz. Ebu Bekir kılıcını çekerek, müslümanlara meydan okuyan oğlunun üzerine yürümüştür. Bunu gören oğul; babasının iman heybeti karşısında duramaz, Kelime-i Şehadet getirip, teslim olur. Bu esnada baba ile oğul arasında şu konuşma geçer: Oğul:
-Baba! Şayet ben müslüman olup teslim ollmasaydım da savaşsaydık ve ben seni alt etseydim, sana karşı olan hürmetim seni öldürmeye mani olacaktı. Ya sen beni alt etseydin, acaba evlat şefkati beni öldürülmekten alıkoyacak mı idi?!. Baba:
-Hayır! Ya Abdurrahman! Allaha yemin edderim ki, şayet sen müslüman olup teslim olmasaydın, seni bu kılıcımla parça parça ederdim de of-aman bile demezdim!.. İşte iman, işte İslam;ın savaş anlayışı!.. Ve hangi safta yer alacağınızı işte buna göre değerlendireceksiniz! Babamızın yerini aldığı safta değil, Kuranın anayasa olması için savaşan tarafı sorup o safta yerinizi alacaksınız!
Ve işte; "Savaşan iki ordunun hangisinde yer alacağız?" şeklindeki bir suale verilecek tek cevap vardır. O da hangisinin niyyeti sağlam (yani Allahın rızasını kasdederek ve Allahın emri olduğuna inanarak), Şeriata bağlı, Şeriatı seven, Kuranın anayasa, İslamın devlet olmasını candan arzu eden, bu yolda şehid olmayı cana minnet bilen tarafın yanında ve safında yerimizi alacağız. Şeriatı reddeden, Şeriata düşman olan, Şeriatın kanun Kuranın devlet olmasını istemeyen, hatta karşı çıkan bir ordunun yanında asla yer alamayız, safında yerini alıp savaşamayız. Velev ki kendi milletinin, kendi vatanının ordusu olsun, velev ki babası, kardeşleri bu ordunun içinde de bulunsun! Ve artık sual ve cevabı bu açıdan değerlendireceksiniz. Ve bu açıdan değerlendirdiğiniz takdirde artık kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur. Varsa cevap yazsın, gazete ve dergilerde neşretsin! Laf istemeyiz!..
Birkaç ayet mealiyle bitirelim:
"İman etmiş olanlar, Allah yolunda savaşırlar; küfre sapmış olanlar da tağut uğruna savaşırlar. Ey müslümanlar: Siz şeytanın bu dostlarıyla savaşın ve onlardan korkmayın! Zira şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa,76
|